30 Ekim 2015 Cuma

“Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı - Notlar ve Yorumlar

29.10.2015

Lenin’in “Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı adlı eseri Nisan-Mayıs 1920’de yazılmış olup ilk olarak Haziran 1920’de bir broşür halinde yayınlanmıştır. Bolşevik deneyimlerinden yola çıkarak devrimci parti ve örgütlenme konularına eğilen en önemli teorik metinlerden biridir

Lenin, 1917 proleter devriminden bu kitabın yazılmasına kadar geçen iki buçuk yıllık iktidar döneminde Bolşeviklerin özellikle iki konuda başarılı olduğunu belirtir;
  • Parti içi sıkı disiplin ve merkezileşme
  • İşçi sınıfına önderlik edebilme ve ardından sürükleyebilme becerisi
Bolşeviklerin devrim yürüyüşünde, sürecin doğrusal olarak, yani devrimci dalganın sürekli bir yükseliş halinde seyretmediğini görüyoruz. 1905 Devrimi ile 1917 Bolşevik Devrimi arasındaki süreçte, gerici dönemler ile karşılaşılmış, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı yaşanmış, çarlık ve burjuvazinin karşı saldırılarına maruz kalınmış, bir taraftan da II. Enternasyonal’ın “ahmakları” ve Rusya’daki çok parçalı sosyalist hareketin diğer unsurları ile mücadele edilmişti. Lenin bu konuda şu vurguları yapar:
  • Yalnızca saldırı değil, gerektiği zaman düzenli bir şekilde geri çekilme, uzlaşma ve anlaşmaların gerekliliği.
  • Parlamento, sendikalar, kooperatifler vb. örgütlerin en gerici olanlarında bile faaliyet yürütme.
  • Yasal ve yasadışı mücadele biçimlerini birleştirme.
Devrimciler, gerici sendikalarda da çalışma yürütmelidir. Sadece sendikalarda değil, siyasi niteliği olmayan işçi ve köy dernekleri gibi örgütlerde de bulunmak gereklidir, çünkü bu tip yapılar aracılığıyla kitlelerin durumu birebir gözlenebilir, onlarla ilişki kurulabilir ve mücadeleye çekilebilir. Lenin bu gericilikten korkma veya uzak durma durumunu aptallık olarak niteler ve bunun aslında kitleleri yeni bir hayata çekme rolünden korkmak olduğunu söyler.

Benzer şekilde, burjuva parlamentolara katılmaktan da çekinmemek gereklidir. Bunu kesin olarak reddeden sol komünistlere göre; “parlamentarizm miadını doldurmuştur”. Lenin ise, “miadını doldurma” ile “pratikte aşmak” arasında uzun bir yol olduğunu belirtir. Kitlelerin büyük bölümünün parlamentarizmden yana olduğu, bununla kalmayıp karşıdevrimci olduğu bir dönemde, devrimcilerin parlamentoyu reddetmelerinin “tehlikeli bir hata” olduğunu ifade eder. Ayrıca burjuva parlamentoların neden dağıtılması gerektiğinin kitlelere anlatmanın en iyi yolunun yine burada faaliyet yürütmekten geçtiğini belirtir. Burjuvazi için bir koltuk kapma ahırı olan parlamento, komünistler için kitlelere ulaşma aracı olarak pekâlâ kullanılabilir.

“Burjuva parlamentoyu ve diğer bütün gerici kurumları dağıtmaya gücünüz yetmediği sürece, bu örgütlerin içinde çalışmak zorundasınız, çünkü tam da buralarda hala papazlar tarafından kandırılan ve kır hayatının koşullarından ötürü aptallaştırılan işçiler vardır. Bunu yapmadığınız takdirde lafebesi gevezelerden başka bir şey değilsiniz demektir.”
Başka bir bölümde ise;
“Bu tip faaliyetlerin (gerici örgütlerde de bulunma) ne kadar gerekli olduğunu anlamayanlar ile bağları hiç tereddütsüz kopardık.”

Boykot konusu da aynı başlıkta değerlendirilebilir. Lenin’in tanımından yola çıkarsak, Türkiye’de, her seçimde gözü kapalı boykot çağrısında bulunan örgütler, açık ve net olarak “sol komünisttir”..! Kendini Marksist-Leninist sayan bu örgütler Marksizmin temel doğrularından nasıl uzak olduklarını bu tavırlarıyla ispatlamaktadır.

Yukarıda belirtildiği üzere; “burjuva parlamentoyu dağıtmaya gücünüz yetmediği sürece, orada çalışmak bir zorunluluktur”. Aynı şekilde seçimleri boykot ederek bir fark yaratamıyorsanız, o zaman boykotunuz tamamen anlamsız olacaktır. Yani kuru kuruya boykot demeyip kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir alternatif göstermeniz gerekir. Örneğin işçi meclisi, sovyet vb. Diğer türlü boykot çağrıları kitlelerin gözünde hiçbir somut anlamı olmayan, sol radikal söylem olup kalacaktır.

Sol komünistler, yasal faaliyetleri genel olarak oportünizmle eşdeğer tutar, zira burjuvazi, işçileri en çok yasal alanda aldatmaktadır. Burjuvazinin en çok yasal alanda aldattığı doğrudur, fakat burjuvazinin kullandığı tüm yöntemler aynı zamanda ona karşı da kullanılabiliyor olmalıdır. Yani yasadışı faaliyetler elbette ki gereklidir, hattâ mecburidir, ancak yasal faaliyetleri küçümseyen, yasal alandaki kazanımları reddeden bir örgütün fazla bir yol alması mümkün olmayacaktır.

Bazı sol komünist unsurlar, (I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Almanya örneği) parti ilkesinin ve parti disiplininin reddine varan yaklaşımlarda bulunmuşlardır.
Lenin bu konuyu şöyle yorumlar: “parti ilkesini reddetmek kapitalizmin çöküş arifesinden sosyalizmin alt veya orta değil, üst aşamasına atlamaktır.”
Bu tip bir reddiyecilik anlayışı fazla yoruma bile gerek bırakmamaktadır. Şüphesiz ki; temeli sağlam olmayan bina ilk fırtınada yıkılacaktır.

Sol komünist hezeyanlardan bir diğeri ise; “her türlü uzlaşmanın ilkesel olarak reddedilmesidir”. Lenin bu tavrı tek kelimeyle mahkûm eder: Çocukluk!
Uzlaşma olarak değerlendirilebilecek bir olayı gözü kapalı reddetmeden önce somut koşullar iyi bir şekilde tahlil edilmelidir, zira iyi silahlanmış bir düşmanın karşısında saldırı kadar; uzlaşma, anlaşma ya da geri çekilme gibi taktikler de mutlaka gerekli olacaktır. Aksi takdirde, savaşın galibi zaten bellidir. Bu durum elbette, her türlü uzlaşmanın koşulsuz kabul edilmesi anlamına gelmemektedir. Devrimci Marksist teoriyi doğru bir şekilde anlamış ve sıkı disiplinle donanmış bir örgüt, mevcut koşulları proletaryanın çıkarına olacak şekilde yorumlayabilmeli ve karar alabilmelidir. Bunları yapamayan bir örgüt reformizmden ileri gidemez ya da kendini devrimci sayan lafazan oportünistler topluluğu olup çıkar.
Bununla beraber, koşulların her ülkede ve her dönemde aynı olacağını düşünmek de saflık, hattâ cahilliktir. Böyle bir reçete arayan “tembel ve cahil” solcuların imdadına işte bu “sol komünizm” yetişmektedir.

Devrime ulaşacak bir kitle hareketi yaratmak oldukça çetin bir iştir. Sadece sol ajitasyonla ve propagandayla bunu yapmak mümkün olmadığı gibi kitlelerden uzak bir devrimci parti veya örgüt de mümkün değildir. Kitlelerin kendi başlarına devrimci örgütlere katılacaklarını ve devrimci mücadeleye soyunacaklarını beklemek kabul edilemez. Kitlelerin arasına karışmalı ve onlarla güçlü bağlar kurulmalıdır. Sıkı bir örgüt disiplini ve programa sahip parti-örgüt, arasına karıştığı kitlelere doğrularını sabırla anlattıkça kendi güçlü kadrosunu yaratabilir.

Türkiye’deki birçok sol örgütün içinde bulunduğu “sol komünizm” bataklığı, örgütlerin kuru ajitasyondan öteye gidememesine, belirli mahalleler içinde sıkışıp kalmasına, kitlelere ikna edici somut öneriler sunamamasına ve bir şekilde örgütlediği üyelerinin bir süre sonra umutsuzluğa kapılmasına neden olmaktadır. Kitlelere öncülük edebilecek potansiyel kadrolar sol komünistlerin elinde maalesef ki eriyip gitmektedir.
Lenin şu ifadeleri kullanır:
“Bütün sınıf, geniş kitleler, öncüyü doğrudan destekleme çizgisine gelmeden ya da en azından öncüye yakın duran bir tarafsızlık içinde karşı tarafı desteklemeleri kesin olarak engellenmeden öncüyü son kavgaya sürmek yalnızca ahmaklık değil, aynı zamanda cinayet olur.”

Lenin “sol komünizmi” bir çocukluk hastalığı olarak niteledikten sonra, bu hastalığın atlatılmasının organizmayı daha güçlü kılacağını belirtir, zira yanlışlar elendikçe, doğrulardan kaçacak yer kalmayacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder